1 Aralık 2010 Çarşamba

XV. Yüzyıl Ortalarına Kadar Osmanlı Sikkeleri

XIV. Yüzyıl başında Osmanlı beyliği henüz kurulmadan evvel uc beyi bulunan Osman Gazi zahiren, son zamanlarını yaşayan Anadolu Selçuklularına hakikatte ise İlhanîlere bağlı idi; idaresi altındaki aşiret halkının pazar yerlerinde komşuları olan Türk ve Rumlarla alışveriş yapması bazen mübadele suretiyle olduğu gibi nakit ile de olacağı tabiî idi; bu da Anadolu, İlhanîlerin nüfuzu altında olduğundan Selçuk parası veya İlhanîlerin akçesi tedavülde idi; Anadolu Selçuklularının tarihe karışması üzerine bütün muameleler İlhanlı sikkeleri ile yapıldığından Anadolu şehir ve kasabalarında olduğu gibi uçlarda da aynı usul uygulanmakta idi.


İlhanlıların XIV.yüzyılın ilk yarısı başında Anadolu'da yavaş yavaş eski nüfuzlarını kaybetmeğe başlamaları ve Anadolu valisi Timurtaş'ın 727 senesi sonlarında (1327 Kasım) Mısır'a kaçması üzerine aynı senede Osman Gazî'nin oğlu Orhan Gazi Bursa'da ilk sikkesini kestirmek suretiyle istiklâle doğru bir adım atmıştır.



Orhan Gazi'nin kestirdiği sikkelerden evvel Anadolu'da ve uçlarda isimsiz olarak iki tarafında Halledallahu mülkehu yazdı bir sikke tedavül etmekte idi. Bundan başka Tatar sikkelerine benzeyen bir tarafında kelime-i şahadet ve diğer yüzünde birinci satırında E’s-sultanü’l-âzam ikinci satırında okunamayan bir isim ve üçüncü satırında ise Halledallahu gibi bir yazı okunan bu sikkenin de tedavül etmiş olduğu görülüyor ki İlhanlılara aittir.


Biz Orhan Gazî'den bahsederken bunun 727 hicret senesinde Bursa'da ilk gümüş sikkesini yani akçe kestirdiğini söylemiştik; Orhan Gazî'nin kestirdiği sikkenin adı Moğolcadan alınan akçedir; ilk akçe beş kırat üç habbe ölçüsünde kesilmiştir. Bundan başka yine Orhan Gazi ölçüsü on bir kırat bir habbe olarak bir arada ikilik akçe kestirdiği gibi vezni bir dirhem on üç kırat, uç habbe olarak beşlik akçe de kestirmek suretiyle tedavüldeki akçe miktarını arttırmış ve alış verişi kolaylaştırmıştır; bu akçeler daha sonra Akçe-i Osmanî veya sadece Osmanî isimleriyle meşhur olarak bu isimler altında devam eylemiştir. Osmanlı sikkeleri ne Selçukî ve ne de Moğol sikkeleri ölçüsünde olmayıp başlı başına bir vezin olarak dirhem ve dinarda yani altın ve gümüşte kullanılan miskal-i örfinin dörtte biri olarak alınmıştır. Çünkü bir miskal bir buçuk dirhem yani yirmi dört kırat (dört gram 618 miligram) ağırlığında olduğuna ve Orhan Gazî'nin akçesi beş kırat uç habbe (bir gram onbeş santigram) olduğuna göre bunun sıkleti hemen miskal-i örfinin sıkletine denk demek olur.


Sultan Murad Hüdavendigâr (Birinci Murad) hem akçe yani gümüş sikke ve hem de ilk defa bakır sikke kestirmiştir. Bunun bazı sikkelerinde ilk defa olarak Sultanü’l-gilib klişesi görülüyor.


Paralara tuğra şekliyle isim yazılması birinci olarak I. Murad ve Emîr Süleyman'ın sikkelerinde görülüp sonradan Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad da bazı sikkelerinde isimlerini tuğralı yazdırmışlardır.


Çelebi Sultan Mehmed, sikkelerinde babasını Han olarak vasıflandırmıştır ki bu tâbir Timur'un yüksek hâkimiyetini tanıdığı müşterek sikkesinden itibaren bütün sikkelerinde görülüyor; Çelebi'nin Sultan-ı âzam, Sultan Melik-i âzam klişeli sikkeleri de vardır. I. Murad'dan sonra Sultan unvanı onun sikkelerinde görülüyor.
Osmanlı devletinin parçalanma devrinde İsa Çelebi de pek az müddet Bursa'da hükümdar olmuş ise de henüz sikkesi görülmemiş fakat verdiği hükümlere dair malûmatımız vardır. Musa Çelebi'nin Edirne'de basılmış 813 H. /1410 tarihli ve Mustafa Çelebi'nin biri tarihsiz diğeri 824 H. /1421 M. tarihli iki sikkesi Meskukât kataloglarında görülüyor.


II. Murad, sikkelerinin bazılarında Sultan unvanını kullanmış ise de pek çoğunda Murad diye kendi adını ve Han diyerek babasını zikretmiştir; yukarıda söylediğimiz gibi bir kısım sikkelerinde ismi tuğra şeklinde resmedilmiştir.


Osmanlı akçelerinin vezinleri 5 kırat, bir habbe ve beş kırat üç habbe ve bazan altı kırat olarak görülüyor; mangır yani bakırdan kesilmiş sikkeler ise ölçüleri bir dirhemden ziyade veya noksan olarak muhtelif ağırlıkta basılmıştır.

Osmanlı sikkeleri arasında ilk defa Orhan Gazî'nin sikkesinde bunların mensup oldukları Kayı boyu damgası görüldüğü gibi bunu II. Murad'ın bazı sikkelerinde de görüyoruz. Çelebi Sultan Mehmed'in 822 H./1419 M. tarihinde Edirne, Bursa ve Ayasoluğ'da kestirdiği sikkelerinde yarım daire içerisinde görülen işaretin Kayı damgası olması da muhtemeldir.


Tek, Osmanlı akçelerinin iki katı ikilik ve beşlik akçelerle altın sikkeler yani Venedik dukası ile filori denilen altınlar ve eczası ise bakırdan kesilen mangırlardır. Merhum Galib Bey sikkelere tarih konulmasının ilk olarak Yıldırım Bayezid'in sikkelerinde görüldüğünü söylüyorsa da Orhan Gazî'nin ilk sikkesinde bunun kesildiği tarih gösterilmiş olduğuna göre mütalaası varid değildir. Murad Hüdavendigâr'ın bir sikkesi müstesna diğer paralarında tarih yoksa da 790 H./1388 M. tarihli bir bakır sikkesinde hem tarih ve hem de Osmanlı sikkeleri arasında bu sikkeye münhasır olmak üzere aynı zamanda (Ramazan) ayı gösterilmiştir.

Osmanlı altını ilk defa Fatih Sultan Mehmed tarafından kesilmiş olup Osmanlı akçeleri, Venedik dukası ve filori denilen filorin ismindeki altın ile ayarlanmak suretiyle ecnebilerle ticarî muameleler yapılmıştır. Osmanlılar Saruhan, Aydın, ve Menteşe beylikleri gibi ecnebilerle olan alışverişlerinde Jigilyati denilen lâtin sikkesi kullanmamışlar ve yalnız ecnebi filorisi veya Venedik dukası yani altınla ve kendi gümüş akçeleri ile muamele yapmışlardır.

Osmanlılarla ticari muamele yapanlar Venedik, Ceneviz, İtalya Lâtinleri ve adalardaki Ceneviz kolonileri ile Rodos şövalyeleri ve bir de Osmanlı himayesindeki Dubrovnik veya Raguza Cumhuriyeti idi. Tabiî olarak komşu Bizans İmparatorluğu ile de ticarî işler yapılıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder