1 Aralık 2010 Çarşamba

Altın Ermeni Sikkeleri

Ermeni Altın Sikkeleri

Antik Dünyanın İlk Borsası (Aizanoi Roma Borası)

Dünyanın ilk borsası Aizanoi Antik Kentindedir. M.S. 2.yüzyılın 2. yarısında tahıl pazarı olarak kullanılmıştır. 1971 yılında kazısı yapılan borsa binasının kısmen onarılan duvarlarında M.S. 4.yüzyılın başlarında İmparator Diocletian'ın 304 yılında enflasyonla mücadele için yaptığı ücret tespitlerinin bir kopyası vardır. Borsa yapıtı etrafındaki taşlar üzerinde imparatorluk pazarlarında satılan tüm malların fiyatları yer almaktadır. Örneğin; kuvvetli bir köle iki eşeğin fiyatına, bir at ise üç köle fiyatına eşittir.

Antik Çağın Kuyumcu Kenti

Çanakkale'nin Biga ilçesine bağlı Kemer köyünde yer alan Parion Antik Kenti'nde, 2 bin yıl önce yaşayan Parion kralı ve
kraliçesine ait olduğu tahmin edilen, altın taç ve çeşitli takılarla ile 150 parça tarihî eser bulundu. Antik çağın önde gelen kuyumculuk merkezi Parion’dan çıkarılan takılarda özellikle fantastik hayvan stili motifleri dikkat çekiyor.
Geçmişte birçok farklı uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu’nun neredeyse her köşesinden antik kentler ortaya çıkıyor. Tarihte önemli yer tutmuş bu kentlerde yapılan kazılarda ise, adeta topraktan hazineler fışkırıyor. Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Parion (Kemer Köyü) antik kenti de bunlardan biri. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cevat Başaran başkanlığında yapılan kazılarda  2 bin yıl  önce yaşayan kral veya kraliçeye ait olduğu tahmin edilen, altın taçlar, takılan ve 150 parça tarihî eser bulundu. Başaran, Gold News’e Parion antik kenti ve kazıdan çıkarılan takılar konusunda önemli açıklamalar yaptı.antik altın küpe




Öncelikle Parion Antik Kenti ile ilgili bilgi verebilir misiniz? 
Parion Antik Kenti, adını Troia Kralı Priamos’un ikinci karısı Hekabe’den doğma en küçük oğlu Paris’ten almıştır ve Parion,  “Paris’in Kenti” anlamına geliyor. M.Ö.334’te Parion ve çevresi, Büyük İskender’in egemenliği altına geçer. M.Ö. 133’te, Bergama Krallığı’nın Roma’nın eline geçmesi sonrasında, Parion da, Provincia Asia içerisinde, Roma hakimiyetine girmiş olur. Roma Çağı’nda Parion’a büyük önem verilir 

 
Antik kentteki kazılara ne zaman başladınız, neler buldunuz?
Aslında Parion kazılarının öyküsü 2004 yılında Kemer Köyü içerisinde,  Nekropole İlköğretim Okulu yapma girişimiyle başlar. Bu sırada çok sayıda mezar iş makineleri tarafından tahrip edilince Çanakkale Müzesi, acil kurtarma kazılarına başlar. 2004 yılında çıkan Bakanlar Kurulu kararıyla kazılar, 20 Temmuz-18 Ağustos 2005 tarihleri arasında gerçekleştirildi. 
Kazılarda bulduğunuz arkeolojik eserler ve takılar neler ve kimlere ait? Takılarda o dönemin hangi özellikleri öne çıkıyor?
Kazı çalışmalarında yaklaşık 60 mezar  ve 4 taş sandık mezar (lahit) açıldı. Buluntuların Roma’dan Hellenistik döneme ve öncesi Klasik Döneme ait olduğu tahmin ediliyor. Büyük bir olasılıkla yönetici sınıftan bir kadına (Ana Kraliçe) ait mezarda,  çeşitli takıların yanı sıra, ölü hediyeleri de bulundu. Mezarda altından yapılmış, uçları aslan başlı bir zincir kolye, bir çift nikeli küpe, altından zeytin yapraklarıyla süslenmiş bir diadem-saç bandı, altın saç iğneleri, bronz yüzükler ve bir altın dil altı sikkesi bulundu. Kral’a ait olduğu saptanan lahitte ise, iki altın dil altı sikkesi (levha) ve meyveli zeytin dalı  biçimli  üç altın taç çıkarıldı. Kazı da ayrıca,  uçları keçi ve aslan başlı, altından bir zincir kolye, bir çift aslan protomlu altın küpe, yakut taşlı bir altın yüzük ortaya çıkarıldı.

Takılardan yola çıkarak o dönemin sosyal yaşantısı konusunda neler söyleyebilir siniz?

Mezar tipleri sosyal sınıflar arasındaki farklılıkları ortaya çıkarıyor. Değerli eserler genelde kadın ve çocukların mezarlarında bulundu. Parion’da yapılan kazının ilk bulguları, Parion’un, bölgenin en önemli kentlerinden biri olduğu, kuyumculuk ve altın işlemeciliği açısından da bölgede merkez olabilecek bir yapı gösterdiği  anlaşılıyor. Lahitlerde ele geçen altın ve bronz takılarda genelde fantastik yaratıklarla hayvan stilinin egemen olduğu görülüyor. Bunlarda biçimlerin doğallığı, işçilik kalitesi ve deniz kabuğu takıların varlığı dikkati çekiyor.  Altın taçlar genelde erkeklere ödül olarak veriliyor ve öldükten sonra mezarına bırakılıyor. Altın saç bandı ise genelde üst sınıf kadınlar tarafından kullanılıyor.



Parion Anantik 
heykellertik kentindeki bu kazı çalışmaları, bölgeye ne kazandıracak?
Parion’da bu yıl başlanılan ve gelecek yıllarda da sürdürülmesi planlanan kazılar, bölgenin canlanmasına büyük katkıda bulunacak. Bu çalışmaların ardından bölge turizmin hizmetine sunulacak.
     
Bu kazıdan yola çıkarak Türkiye’de bilinen ancak henüz gün yüzüne çıkartılamayan antik kentler var mı?
Anadolu’nun binlerce yıllık geçmişi, bugüne kadar ortaya çıkarılan kentlerle sınırlı değil. Daha düne kadar Parion adı çok bilinen antik bir kent değildi. Bu bölgenin altın açısından hayli zengin olduğu antik çağdan beri biliniyor.
Antik kentlerden çıkarılan takılar, Türkiye’de bir Takı Müzesi’nin kurulmasına nasıl bir katkı sağlayabilir?
Genelde  arkeolojik kazılarda çıkan değerli maddelerden yapılmış takılar, il müzelerinde sergileniyor. Bu bağlamda, zengin koleksiyonların birleşimiyle bir “Özel Takı Müzesi” de oluşturulabilir. Ancak bunun için özel girişimlerin gerekli olduğu inancındayım. 

MEGALİT(BÜYÜK TAŞ)

Zaman: İÖ yaklaşık 5000 yılından sonra
Mekân: Avrupa

Bayım, bu büyük kalıntıların haşmet ve yöntemine mi, yoksa özgün yapıları ya da kullanımlarına ait bir tek iz ve söylence olmadan burada olmalarındaki kaderlerinin garipliğine mi hayran kalayım, bilemiyorum. RAHİP GROVER, 1847

Rahip Grover'in bu düşünceleri megalitlerin yüzyıllardır insanlar için taşıdığı çekiciliği ifade etmektedir. Geçmişten kalan bu megalitler, çok etkileyici ve harikulade yerlerdir ama onlar hakkındaki bilgilerimiz açısından da bir o kadar esrarengiz ve gariptirler. Yunanca "büyük" ve "taş" kelimelerinden üretilmiş "megalit", yalnızca "büyük taş" demektir ve megalitik bir yapı da Stonehenge gibi büyük taşlardan oluşturulan bir yapıdır.

Bu nedenle megalitler herhangi bir bölgede ve herhangi bir dönemde inşaat için kullanılabilirler. Megalitlerin yakın yüzyıllara kadar kullanıldığı Hindistan'daki Khasia tepeleri ya da Etiyopya ve Madagaskar gibi hâlâ bir anlayış sahibi olunabilecek kadar yakın zamanlarda kullanıldığı yerler özellikle ilgi çekmektedir.

Megalitler konusunda bilgili olan yerli Malagasy halkından bir Madagaskarlı, yakınlarda Stonehenge'i ziyaret ettiğinde bunların amaçlarım gayet anlaşılır bir biçimde anlatmıştır: Burada önemli olan taşların ataların yerine geçtiğidir ki, bu çağdaş anlatım eski anlamının aslı ya da paraleli olabilir.

Megalitler inşaatlarda taş gibi değil de, büyük kütükler gibi kullanılır. ("Cyclopean" adı verilen dev bir duvar işçiliği türünde, büyük taşlar standart duvarcılık teknikleriyle kullanılır.) Bu tür inşaatlarda taşın yanında kütüklerin de kullanıldığını gösteren ve pek seyrek olarak günümüze kadar kalmış örneklerin dolaylı kanıtları da bulunmaktadır.

Bazı İngiliz mekânlarında taş yerine kereste kullanılmıştır. Başka formlarla olan benzerlikler, kereste ve toprak ve megalitik düzenlemelerin birbiri yerine geçebildiğini, herbirinin kendi inşaat malzemesine uygun kullanıldığını göstermektedir.


Güney Brötanya'da Carnac'ta megalitler uzun sıralar halindedir.

ESKİ AVRUPA MEGALİTLERİ

Tarih öncesi çağın en tanınmış megalitleri eski Avrupa'nınkilerdir. Kimi çok uzun olan tek taşlar vardır: İngiltere'nin en büyüğü olan Rudston megaliti 8,8 metredir. Fransa'nın en büyüğü Le Grand Menhir Brise ("Büyük kırık taş anıt") şimdi yerde dört parça halinde durmaktadır ve 280 ton ağırlığındadır.

Bu taşın, eğer başarıyla dikilmiş olsa boyu 20 metreyi bulacaktı. Brötanya'nın güney kıyılarındaki Menec megalitleri, 1100 metrelik bir alan boyunca uzanan 11 sıra 1099 granit megalitten oluşmuştur. Gene Fransa'da Cornec'teki paralel dizilmiş olanlar ise toplam 1935 adettir.


Kayanın uzun ve dar parçalar halinde bölünebildiği durumlarda ayakta duran megalitler, İskoçya'da Lewis adasındaki Callanish'teki gibi uzun ve incedirler.

TAŞ DAİRELER

Taş Daireler:
Dikine yerleştirilmiş taşların, oval ya da yumurta biçimli halkalar oluşturdukları taş dairelerin Britanya adalarında özel bir yeri vardır. Bunların en ünlü örneği Stonehenge'dir. İngiliz taş dairelerinin en büyüğü olan Avebury, 400 metre çapında bir daire oluşturan 100'den fazla taştan yapılmıştır ve bir yanından çifte taşlardan oluşan uzun bir cadde uzanır. Bunlardan ayrı iki taşın 1999'da başka bir uzun caddenin kalıntıları olduğu kanıtlanmıştır.

Bu daireler dikkatle incelenince planlarında gayet hassas geometrik ölçülerin kullanıldığı görülür ve boyutları da çoğunlukla bir uzunluk biriminin katlardır: Bir "megalitik kulaç" ya da bir "megalitik yarda". Ancak geometrinin ya da birimin yapımcıların tarafından bilinçli yapılmış olup olmadığı hakkında bir bilgimiz yoktur. Bunu, eski çağlarda kesin ölçümler araştırmamızda biz de uydurmuş olabiliriz.

Uzun ve kısa taş karışımlarıyla bazı İskoç daireleri ayın ufukta en alçak noktada olduğu dönemlerle ilişkili gibi görünmektedir. Çeşitli yerlerde yapılan ölçümlerde megalitlerin güneşin ya da göksel başka bir büyük cismin hareketleriyle ilişkili olabileceğini göstermiştir.


Modern çağda megalitlerin devler tarafından yapıldığı düşünülmüştü. 17. yüzyıldan kalma bir Hollanda resminde hunebedden'in yapılışı gösteriliyor.

MEGALİTİK ODALAR

Megalitik Odalar:
Avrupa megalitlerinin diğer bir sık rastlanan türü de daha çok bir binaya benzemektedir. Burada megalitik dikitler, çatıyı oluşturan dev taşlan taşımaktadır. Bunlar hep birlikte uzun dikdörtgen bir oda ya da dar koridorlu bir oda oluşturmaktadırlar. Bu yapı genellikle bir taş ya da toprak höyüğün altındadır ve şimdi açıkta duranlarının çoğunun da zamanında böyle bir höyüğün altında olduğunu tahmin etmekteyiz.

En ünlüleri İrlanda'nın doğusunda Newgrange ve Knowth olan bazılarının taşlarında "megalitik sanat"m gayet süslü geometrik desenleri vardır. Newgrange öyle düzenlenmiştir ki, odası kış gündönümünde doğan güneş tarafından aydınlanmaktadır.

Stonehenge ise yaz gündönümünde güneşin doğuşu ile aydınlanmak üzere düzenlenmiştir, İrlanda megalit alanlarının en büyüğü olan Knowth'da, geçitleriyle iki ayrı oda, büyük bir yuvarlak höyüğün altındadır, her geçitte ve höyüğün çevresini belirleyen taşların üzerinde süsler vardır. Bu dev yapının çevresinde daha normal boyutlarda megalitik odalardan oluşan daha küçük uydu höyükler vardır.

Halkbilimine göre bu megalitik odalar, çoğunlukla devlerle ilişkilendirilmişti: İrlanda'da bir "Dev Mezarı" ve "Dev Yükü" vardır. Sardunya'dakiler "tomba di giganti"dit (dev mezarı). Hollanda'dakiler için eski Hollanda sözcüğü "hunebed"dir ("Hun yatağı").

Bunlar genellikle mezar oldukları için "o-dalı mezarlar" olarak anılırlar. Ancak kimi zaman içlerinde kemik bulunmaz ya da höyük ile megalitik yapı, içindeki insan kalıntılarının miktarına kıyasla çok büyüktür. Ve kemiklerin de garip bir durumu vardır, iskeletler kafatasları bir yana, uzun kemikler bir yana olmak üzere kemiklere göre ayrılmış olabilirler.

Bunların yanında hayvan kemikleri de olabilir. Bu odalardan en büyüğü, Kuzeybatı Fransa'daki Bagneux'de şimdi yerel bir kahvenin bahçesin-dedir. 20 metre uzunluğu 7 metre eni ve 3 metre yüksekliğiyle büyük bir salon olabilecek bu yapı, benzerlerinin çoğu gibi çok uzun zaman önce keşfedildiğinden, içinde neler bulunduğunu bilemiyoruz.

Hıristiyan geleneğine göre de ölüler, genellikle bir kiliseye gömülür ama kilisenin asıl amacı mezarlık olmak değildir. Kilise bir cemaatin toplanma yeridir. Megalitik "mezarlar"ın günümüze kaldığı yerlerde bunların bir köy ya da çiftlik toplumunun kendi toprağının sınırlarını işaretlemesi gibi aralıklı dikildiklerini görmekteyiz.


İngiliz taş dairelerinin en büyüğü olan Avebury'nin Ortaçağda pek değiştirilmiş karmaşık bir yapısı vardı. Şimdi çevrede büyük daire halinde duran taşlarla iç tarafta gruplar oluşturanlar, 20. yüzyıl arkeologları tarafından mezar çukurlarından çıkarılmıştır.

MEGALİTLERİN GİZLİ ANLAMLARI

GİZLİ ANLAMLAR

Avrupa megalitleri çoğunlukla ilk çiftçiler çağı olan Neolitik dönemden, İÖ 5000 yıl ya da daha öncesinden kalmadır. Odaların uzun biçimleri Orta Avrupa'nın ilk kuşak çiftçilerinin kütüklerden yaptıkları uzun evleri hatırlatmaktadır.

Megalitler gibi "ritüel anıtlar", biçim olarak benzersiz ve amaç bakımından muammadır: Çevresinde hendek olmayan daire biçimindeki kapalı alanların askeri ya da savunma açısından bir anlamı yoktur. Bunlara modern Batılı görüşüyle bakarsak, çiftçilerin ormanlık araziyi tarla açmak için temizlediklerini, avcı-toplayıcıların aksine bir yere yerleştiklerini düşünebiliriz.

Bu insanlar Neolitik dönem kazançlarından oluşan boş zamanlarında bir megalit yapmak için enerji ve çaba harcamış olabilirler. Ancak bazı megalitler, Neolitik çağın çok erken dönemine rastlamaktadır. Bunlar ilk güç yıllardan sonra eklenen seçimlik lüksler olamaz. Yine bunlar, gömme gibi işlevsel bir amaçla da tam olarak açıklanamazlar.

Megalitik "mezarlar", cesetlerin kaldırıldıktan sonra unutulmadığına dair işaretler vermektedir. Burada iki aşamalı bir ritüel olduğu anlaşılmaktadır: Ceset önce, belki de Avustralya'da yakın zamanlarda olduğu gibi ahşap bir platformda açıkta bırakılır, sonra da kalan büyük kemikleri -el ve ayak parmaklarının küçük kemikleri, etlerle birlikte kaybolacaktır- megalitik odanın içine yerleştirilirdi.

Kalıntıların da kullanıldığı anlaşılmaktadır. En azından eski "gömme"lerden kalan kemikler bir yana itilmiş, yerlerine yemleri konulmuştur. Artık Neolitik toplumların kendi geçmişleriyle ilgilendiklerini anlayabiliyoruz. Bu topluluklar, ölülerin aktif bir hayatları olduğu, ataların toplumsal kimlik için önemli olduğu toplumlardır. Megalitik odalar eğer mezarsa, bunlar bir anlamda "canlılar" İçin mezarlardır.

Eski mekânların en belirgin ve ilginç yerleri olan megalitlere, günümüzde büyük bir İlgi gösterilmektedir. West Kennet gibi yerlerde Avebury'nin büyük çevre yolları ve caddeleri yakınındaki bir "odalı mezarda" günümüzde tütsü çubukları yakılmakta, odaya çağdaş insanlar tarafından ekmek ve çiçek konulmaktadır.

Bunların çağdaş anlamı şudur: Bu yerler yeryüzünün doğal güçlerinin ve insan saygısının doğru olarak ifade edildiği kutsal mekânlar olarak görülmektedir. Bu yeni fikirler, arkeologlar için eski anlamlan ifade etmekten uzaksa da, bu eski mekânların bir kere daha toplumsal ifade bulan aktif yerler olması çok doğru ve uygundur.



(Solda) İngiltere'de Yorkshire, Rudston'daki bir köy mezarlığındaki monolit. Bugün Hıristiyanlık bağlamında kutsal bir yer olan bu mekânın, tarih öncesinde de kutsal ya da özel bir yer olduğunu düşünebiliriz. (Sağda) Doğu İrlanda'da Boyne Vadisi'ndeki büyük megalitik yapıların önemli bir yönü de sanattı. Knowth'daki bu taşın üzerine ince desenler kazınmış.



Avrupa megalit odalarının bir tipi uzun dik dörtgen biçimini alır: "Galeri mezar". Özgün haliyle bir höyük altında olması gereken bu örnek, Fransa'da Finistere'de Mougou Vihan'dadır.

KÜP MEZAR ÇEŞİTLERİ


(MÖ 2700/2600 – 1900/1800)  Genellikle doğuya dönük yatırılan küplerin içine, ölen kişiler hoker tarzında  bacaklar karına çekik ve bir yana doğru yatırılmışlardır. Küpün ağzı kapaktaşı  ya da küçük derin bir çömlekle kapatılarak etrafı moloz taşlarla  desteklenmiştir. Ölünün yanına mezar hediyesi olarak; kadın ise bronz yüzük,  küpe,bilezik,ağırşak, gaga ağızlı testi vb. kap kacak, erkek ise taş balta,  obsidyen (Doğal Cam) kesici, bronz spatula vb metal objelerle gaga ağızlı  testiler konulmaktadır. Söz konusu bu mezarlık alanı Erken Tunç Çağ kültürüne  ışık tutmaktadır.

P.T.KAP MEZAR ÇEŞİTLERİ



 


Çorum İli, Uğurludağ İlçesi, Resuloğlu Köyü sınırları içinde yeralan Resuloğlu mezarlık kazısı, Doç.Dr.Tayfun Yıldırım'ın bilimsel danışmanlığında , Çorum Müze Müdürü İsmet Ediz'le birlikte, Dr.Önder İpek, Banu Çilingir, Prehistoryen Ahmet Ertekin ve Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Önasya Arkeolojisi Anabili Dalı öğrencilerinin katılımıyla, 16.08.2006-05.10.2006 tarihleri arasında sürdürülmüştür. 2006 yılı mevsiminde, bir önceki sezonun bulgularına göre, B açmasının batı, kuzeybatı ve güneybatı yönüne doğru genişlediği anlaşılan mezarlık alanının araştırılması hedeflenmiş ve B açmasının sözü edilen kesimlerinde 5x5 m.lik dört, ayrıca en güneybatı kesiminde 2x5 m.lik olmak üzere toplam 110 metrekarelik bîr alanda çalışılmıştır.

B Açmasının batısındaki çalışmalar;
Geçen yılki bulgulara göre mezarların daha yoğun olduğu anlaşılan batı kesiminde 5x5m.lik iki ayrı açma açılmıştır. Geçen yıl kazılan alanın devamındaki ilk açmada biri daha önceki yıllara ( M 72), diğerleri bu yıla ait olmak üzere toplam 14 mezar açığa çıkarılmıştır.

119 no'Iu mezar; Doğu-batı aksında. Günümüzde soyulmuş. Etrafında herhangi bir küp kırığına rastlanmadı. İskeletin güneyinde bir kapak taşı mevcut. İskeletin baş kısmı batıya, yüzü güneye çevrik. İskeletin belden yukarısına ait kemikler ( alt çene, alın, üst çene, başın yan kesimi, üç parmak kemiği, az sayıda omurilik ve kaburga, üst kol kemiği, her iki kola ait dirsek kemiği ile döner kemik) kısmen korunmuştur. Bir yetişkine ait olduğu anlaşılan iskeletin, kolların pozisyonuna göre hoker tarzda gömüldüğü anlaşılmaktadır. Ölü hediyesine rastlanmamıştır.

120 no'lu mezar; Küp mezar. Kuzey-güney istikametinde. 47.5 cm. yüksekliğindeki el yapımı, omuzu düğmelerle süslü esas mezar küpünün ağzı çömlekle kapatıldıktan sonra üzeri taşlarla çevrilmiş. Taşların ağırlığından ötürü ağza kapanan çömleğin bir kısmı içeri göçmüş. Küpün iç kısmına fazla toprak girmemiş. İç kısımda bir çocuğa ait olduğu anlaşılan iskelete ait kemikler erimiş. Kapak olarak kullanılan çömleğin içinde sağa dönük başa ve parmak kemiklerine ait kalıntılar bir çocuğa ait. Boyun kısmında taş, frit ve bronz kolye taneleri, bronz+gümüş? kaplama damga mühür formunda iki küpe ve mahsus surette bükülmüş bronz bir iğneye rastlandı. Yuvarlak başlı diğer bir iğne kaburga kemikleri arasında ele geçti. Kemikler rutubetten dolayı büyük ölçüde erimiş. Mezar kübü ve kapak çömleği onarıldı.

121 no'Iu mezar ; Küp mezar. Kuzeydoğu-güneybatı aksında. Günümüzde soyulmuş. 119 cm. yüksekliğindeki kahverengi hamurlu iri kübün bir kısmı yerinde korunmuş. Ayrıca iki parça halindeki yassı kapak taşları yerinde korunmuş. İskelete ait az sayıdaki kemik bir yetişkine ait. İskeletin pozisyonu tahribattan ötürü anlaşılamadı. Kübün dip kısmında bükülerek bırakılmış yuvarlak başlı bronz bir iğneye rastlandı. Mezarın ağız kesiminde, bir sığır ayağına ait kemik ele geçti.

122 no'Iu mezar ; Çömlek mezar. Kuzeydoğu-güneybatı aksında. 40 cm. yükseklikteki çömleğin ağzı ince yassı bir taşla kapatılmış. Bir çocuğa ait iskelet rutubetten ötürü dağılmış. Pozisyon belirsiz. Çömlek içinde yuvarlak başlı, boynu yivli bronz bir iğne ile frit, denizkabuğu ve iki akik (biri ay, diğeri ucunda iki topuz başlı) tanelerden oluşan bir kolye ele geçti. Mezar üst seviyeye ait.

123 no'Iu mezar; Küp mezar. Doğu-batı akşındaki kübün ağzı, geniş karınlı bir çömlekle kapatılmış. Çömleğin üzeri de taşlarla kapatılmış. Yaklaşık 60 cm yükseklikteki mezar küpü kısa boyunlu ve geniş omuzlu. İskeletin baş ve elleri kapak çömleği içinde, boyundan ayaklarına kadar esas mezar küpü içinde yer almış. Baş kısmı kübün ağızında , batı kesiminde. Hoker tarzda yerleştirilen gömünün genç bir bireye ait olduğu anlaşılmaktadır. İskelet büyük ölçüde korunmuş. Yüz güneye dönük, eller ve üstkol baş hizasında. Tam hoker. Sol omuz hizasında ve ayak kemikleri arasında bronz yuvarlak başlı iki iğne ele geçti.

124 no'Iu mezar ; Çömlek mezar. Çömleğin bir kesimi kısmen hırpalanmış. Doğu-batı aksında. Çömleğin ağzı küçük bir kapla kapatıldıktan sonra üzeri taşlarla örtülmüş. Küçük bir çocuğa ait iskelet, büyük ölçüde korunmuş. Hoker tarzdaki iskeletin yüzü güneye dönük, eller baş hizasında . Karma çekik ayaklar yukarıda. Mezar hediyesi olarak başın iki yanında helezon biçimli bronz iki küpe ele geçti.

125 no'Iu mezar ; Çömlek mezar. Zamanında karıştırılmış. Biri siyah, diğeri kahverengi iki çömleğin ağız ağıza kapatılmasıyla oluşturulmuş. Güneydoğu-kuzeybatı aksında. İskelet oldukça karıştırılmış ve dağıtılmış. Kaburgalar ve humerus (üst kol kemiği) açık kahverengi-siyah astarlı esas mezar çömleği içersinde; dağılmış kafatası, kol ve ayak kemikleri kahverengi kapak çömleği içersinde. Çömleklerden ağız kısmına ait olanı birden fazla parça halinde. Esas mezar çömleği sağlam ve onarılarak müzelik hale getirildi. Çocuk mezarı. Ölü hediyesine rastlanmadı.

126 no'lu mezar ; Küp mezar. Döneminde soyulmuş. Kuzeydoğu-güneybatı aksında, mezar kübü 1.06 cm. uzunluğunda ve 66 cm. genişliğinde. Ağzı kuzey-doğuya bakacak şekilde yerleştirilen mezar kübü, iyi pişirilmemiş ve kalitesiz hamurludur. Kübün omuzlarında karşılıklı gelecek şekilde yerleştirirlmiş düğmeler mevcut. Ağzı yassı bir kapak taşı ile kapatıldıktan sonra irili ufaklı kalker taşlarla örtülen kübün içinde, hoker tarzda, başı kübün dibine, ayakları ise kübün ağzına gelecek şekilde yerleştirilmiş bir yetişkin iskeletine rastlandı. İskeletin kaburgalarının, dönemindeki soygun sırasında kısmen karıştırıldığı anlaşılmaktadır. Yüz güneye dönük. Eller çene hizasında birleştirilmiş. Ölü hediyesi olarak sol omuz hizasında çene altında yarısı kırık bir bıçak, Kol hizasında bronz iki adet, birinin gövdesi yivlerle bezemeli, vazo başlı iğneler ile boyunda frit ve bronz boncuk tanelerine sahip kolye insitu ele geçti.

127 no'lu mezar ; Küp mezar. Doğu-batı aksında. Ağız kesimi batıya bakacak şekilde yerleştirilmiş. 70 cm yüksekliğindeki kübün üzeri ikiye ayrıldığı anlaşılan ince, yassı sal taşıyla örtülmüş. Mezarın ağız kesimi, batısındaki tek sıra kireçtaşı duvar kalıntısına yaslanmış. Döneminde karıştırıldığı anlaşılan mezarın kuzeyinde, 50cm mesafede, ağız kenarı hizasında bir yetişkine ait ayrı bir kafatası görülmüştür. Orta boy pithos'ta bir yetişkine ait iskeletin hoker tarzda yatırıldığı gözlenmiştir. İskeletin baş kısmı güneye bakmaktadır. Baş kısmı kübün dışına yatırlmıştır. Başın bir bölümü ağza kapanan taşların baskısıyla kısmen ezilmiştir. Kaburgaların dışında, iskeletin diğer bölümleri sağlamdır. Olasılıklı genç bir kadına ait olduğu anlaşılan iskeletin boynunda frit ve metal boncuk tanelerinden oluşan bir kolye ele geçmiştir. Kolye dışında herhangi bir hediyeye rastlanmamıştır.

128 no'lu mezar ; Küp mezar . Günümüzde soyulmuş. Kaba hamurlu, kırmızı astarlı ve siyah özlü kübün kalan parçalarına göre doğu-batı aksına yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Kübün içersinde yetişkin bir bireye ait, 1 ulna, 3 vertebral, rib'e ait parçalar, 5 metacarpaî, sacrum parçası, maxilla ve maxila 'ya ait 9 diş dışında herhangi bir kemiğe veya ölü hediyesine rastlanmadı.

144 no'lu mezar ; Küp mezar. Kuzeydoğu-güneybatı istikametinde. Ağzı kuzeydoğu'ya dönük. Kahverengi hamurlu mezar küpü parçalar halinde yerleştirilmiş ve çoğu parça yerinde çatlamış. Mezarın ağzını kapatan yassı levha biçimli taşlar yerinden oynatılmış. Bir yetişkine ait iskeletin ayakları küpün ağzına, başı dip kısmına uzatılmış. Her iki ayak hoker tarzda yukarıya bakacak şekilde yerleştirilmiş. İskeletin başının kuzey yanı bir küp parçasıyla desteklenmiş. Sol omuz ve göğüs, üzerine bırakılan bir taşın ağırlığından ötürü dağılmış. Yüz güneye dönük. Kemiklerin bir bölümü sağlam. İskeletin sol femurunun dize yakın kısmı üzerine basık küre    başlı bir iğne bırakılmış. Başka bir mezar hediyesine rastlanmadı.

149 no'lu mezar ; Küp mezar. 144 no'lu mezarın hemen kuzeyinde yer almış. Kuzeydoğu-güneybatı aksına yerleştirilen kübün ağzı iki küçük yassı taşla kapatılıp, ağzın heriki yanı taşlarla desteklendikten sonra, toprakla örtülmüş ve küpün ağzının 30 cm. üzerine, 70 cm çapında bir daire oluşturacak şekilde yörenin yerli kalker taşları yerleştirilmiş. Küpün ağzı, eski seviyeye ait , yaklaşık 2.5 m. uzunluğunda ve kuzey-güney akşındaki bir duvarı kesicek şekilde yerleştirilmiş ve ağız kesiminin üzeri, aynı mimariye ait taşlarla kapatılmış. El yapımı kübün omuzlarında karşılıklı gelicek şekilde yerleştirilmiş düğmeler yeralmış. Kahverengi hamurlu ve aynı renkte astarlı mezar küpü onarılarak Müze'ye teslim edildi. Mezar iskeleti küpün alt kısmı kırılarak karıştırılmış. Başı kübün dip kısmına gelicek şekilde yerleştirilen bir yetişkine ait iskelet oldukça dağılmış. Herhangi bir ölü hediyesine rastlanmadı. Geç seviyeye ait bir mezar.

156 no'Iu mezar; Küp mezar. 144 no'lu mezarın hemen altında. Doğu-batı aksında. Dağılmış. Orta boylu küpün bir kısmı, 144 no'lu mezar yerleştirilirken kırılıp, dağılmış. İskelet güney kenara doğru atılmış, başa, ayak kemiklerine ve kaburga kemiklerine ait çok az parça ele geçti. Küpün dip kısmında dağılmış bir kolyeye ait frit ve bronz taneler toplanarak kolye oluşturuldu. Ayrıca oldukça oksitlenmiş ve kırık bir iğneye ait parçalar ele geçti. Yuvarlak başlı iğne etüdlüğe ayrıldı.

157 no'Iu mezar; Küp mezar. 149 no'lu mezarın doğusunda. Doğu-batı aksında. Orta boy bir küpün ağzı doğuya bakacak şekilde yerleştirilmiş. Mezar küpü, doğusundaki üç sıra taşa yaslanmış ve mezar küpünün çevresi taşlarla çevrilmiş. Kübün ağzı kırık ve soyulmuş. Bir kaç parça kırık kemiğin dışında iskelete rastlanmadı. Mezarın kuzeydoğusunda ele geçen küçük bir kahverengi astarlı vazocuk, aynı mezara ait ölü hediyesi olmalıdır. Kahverengi astarlı mezar küpünün ağzı kırık ve eksik.

B açmasının batısındaki 5x5m.lik ikinci açmada açığa çıkarılan mezarlar;

129 no'Iu mezar; Küp mezar, 1.06x64 cm ölçüsüne. Kahverengi hamurlu mezar kübü, doğu-batı yönünde. Ağzında yassı kapak taşı yerinde korunmakla birlikte döneminde soyulmuş. Yuvarlak başlı bir iğne ve taştan halka biçimli bir kolye tanesi dışında herhangi bir kalıntıya rastlanmadı.

130 no'Iu mezar; Küp mezar. 94 cm. uzunluğunda, 70 cm. genişliğinde. Dip kısmı eksik. Kuzey-güney aksında. Ağız kuzeye çevrik. Kahverengi hamurlu kübün omuzları yassı   silindirik  düğmelerle  süslü.   Kübün  ağzı,  geniş  ve  yayvan bir başka  çömlekle kapatıldıktan sonra, üzeri ve yanları yassı ince levha biçimli andezitlerle kapatılmış. Bir yetişkine ait iskelet, kısmen sağlam. Kübün dip kısmının özel olarak kırıldığı ve iskeletin ayaklarının uzatıldığı anlaşılmakta. Kuzey kesiminde, kübün ağzına doğru uzatılan baş ezilmiş. Diğer kemikler sağlam. Sol göğüs kafesi üzerinde başı vazo biçimli, bükülmüş, bronz bir iğne ele geçti.

131 no'Iu mezar; Çömlek mezar. 52x44 cm. ölçüsünde. Üst seviyeye ait. Doğu-batı aksında. Ağzı yassı prizmatik bir taşla kapatılmış. Çocuk mezarı. Kemikler tamamen erimiş ve dağılmış. Herhangi bir ölü hediyesine rastlanmadı. Döneminde soyulmuş .

132 no'Iu mezar; Küp mezar. Kuzey-güney aksında. Ağzı güneye çevrilmiş. 58 x 65 cm. ölçüsünde, kahverengi hamurlu mezar küpünün ağzı kerpiçle kapatılmış. Döneminde soyulmuş. Bir iki küçük kemik dışında iskelete rastlanmadı. Kübün ağız kenarının hemen önünde soyulurken düşürülmüş bronz bir iğneye rastlandı.

133 no'Iu mezar; Küp mezar. Kuzeydoğu-güneybatı aksında. Hamuru iyi pişmemiş. Eskiden karıştırılmış bir mezar. Kübün ağzı yassı taşlarla kapatılmış. Orta boylu küpün ağzına yakın bir kesiminde, yetişkin bir bireye ait iskeletin baş kısmı kısmen korunmuş. Küpün içersinde oldukça oksitlenmiş ve kırılmış iki bronz iğne dışında herhangi bir ölü hediyesine rastlanmadı.

134 No'Iu mezar; Küp mezar. Soyulmuş. Doğu-batı aksında olduğu anlaşılıyor. Kapak taşlan yerinden oynatılmış. Küp dağılmış. Yetişkin bir bireye ait iskeleti sadece kaburga ve ayak kemikleri korunmuş. Herhangi ölü hediyesine rastlanmadı.

135 no'Iu mezar; Küp mezar. Soyulmuş. Kahverengimsi-kırmızı astarlı mezar küpü yerinde dağılmış. Kübün ağzı kuzeye çevrik. İskelete ve ölü hediyesine rastlanmadı.

136 no'Iu mezar; Küp mezar. Doğu-batı aksında. Kübün üzeri (ağız kısmının doğu kesimi) yaklaşık 80 cm. çapında taşlarla çevrilerek belli edilmiş. Taşların 40cm. altında yer alan kübün ağzı doğuya çevrik. Kahverengi hamurlu 120.cm. uzunluğunda ve 65 cm. genişliğindeki kübün ağzı yassı andezit levha biçimli taşlarla kapatılmış. Küpün güneyide altı taşla çevrelenmiş. Yetişkin bir bireye ait iskelet kısmen korunmuş. İskeletin baş kısmı küpün dibine uzatılmış. Yüz, güneye dönük. Dizler hafif bükülmüş. Nimhoker tarzda. İskeletin boynunda, deniz kabuğu, frit, kurs biçimli bronz kolye taneleri, 8 akik kolye tanesi, uzonit, frit boncuk ve iki damga mühür biçimli, kaidesi altın kaplama siyah taş iki kolye tanesinden oluşan bir kolye ele geçti. Başın iki yanında bronz, sapı delik, kaide kısmında yapraklarının kenarları içbükey, dört delikli iki küpe ele geçti. İskeletin sol kürek kemiğinin hemen yanına, bir hayli oksitlenmiş yuvarlak başlı, bükük bir bronz iğne bırakılmış.

137 no'lu mezar; Küp mezar. Kuzeydoğu-güneybatı aksında. Ağzı kuzeydoğuya çevrilmiş. Mezar ağzının üzeri yaklaşık 80 cm çapında, taşlarla çevrelenerek belli edilmiş. Döneminde karıştırılmış bir mezar. Orta boylu, kahverengi hamurlu ve kötü pişmiş mezar küpünün ağzı kırılmış ve iskelet karıştırılmış. Ölü hediyesi olarak bronzdan bükük bir iğne ele geçti.

138 no'lu mezar; Küp mezar. Kuzeydoğu-güneybatı aksında. Ağzı kuzeydoğuya çevrilmiş. Kapak taşına rastlanmadı. Kahverengi hamurlu mezar kübü, 95 cm. yüksekliğinde, 60 cm genişliğinde. Ağız çapı 43 cm. Küpün omuzları silindirik dört düğmeyle süslenmiş. Bir yetişkine ait iskelet hoker tarzda. Baş kısmı küpün dibine uzatılmış. Yüz yukarıya çevrik. Kollar dirsekten bükülerek, eller yüz hizasına getirilmiş. Yetişkin bir bireye (kadın) ait iskeletin boynuna ve yüzün güney kesimine yuvarlak başlı iğneler (bükük) bırakılmış. Sol femur üzerinde bükülmemiş bir iğne var. Ayrıca, iskeletin sol radius ile carpals arasında (bilek kısmı) bir kaç kez dolandırılarak bırakıldığı anlaşılan, frit ve bronz tanelerden oluşan kolye yerinde korunmuş.

147 no'lu mezar; Küp mezar, Kuzeybatı-güneydoğu aksında. Döneminde karıştırılmış bir mezar. Kahverengi hamurlu küpün ağzı kırılmış. Kapak olarak kullanılan siyahımsı-gri renkli iri çömlek kısmen hırpalanmış. Çömleğin onarımı gelecek yıla bırakıldı. Küpü örten iki iri taş batıya doğru atılmış. Bir yetişkine ait iskelet kısmen dağılmakla birlikte , hoker tarzda gömüldüğü anlaşılıyor. İskeletin ayak kemiklerinin yanında bükülmüş, yuvarlak başlı bronz bir iğne ele geçti.

Aynı açmanın    güneyine doğru 1.5 m.lik genişletilen alanda açığa çıkarılan mezarlar;

150 no'lu mezar; Küp mezar. Doğu-batı aksında. Gövde genişliği 60 cm. Kısmen kırılmış. Kırmızımsı-kahverengi hamurlu mezar küpünün omuzlarında karşılıklı iki yatay kulp yer almış. Mezarın ağzım kapatan taşların yerinden oynatıldığı ve mezarın döneminde karıştırıldığı anlaşılıyor. Bir yetişkine ait iskelet dağılmış ve karıştırılmış. Mezar küpünün dip kısmına yakın bir yerde alabaster idol ele geçti.

151 no'lu mezar; Küp mezar. Kuzey-güney aksında. Orta boy bir küpün içine hoker tarzda, bir yetişkine ait iskelet sağlam durumda. Baş küpün ağzına, ayaklar dibe doğru uzatılmış. Dirsekler bükük. Yüz batıya çevrilmiş. Ölü hediyesine rastlanmadı. Küpün ağzı bir başka küpe ait parçalarla kapatıldıktan sonra, üzeri taşlarla örtülmüş. Döneminde soyulmuş.

152 no'lu mezar; Küp mezar, Ağzı batıya dönük. Orta boylu, karşılıklı yatay iki kulbu olan küp, günümüzde soyulmuş. Küpün ağzı dağıtılmış. Kapak taşlan ağzın etrafına kaymış. İskelete ve ölü hediyesine rastlanmadı.

153 no'lu mezar; Küp mezar. Ağızı kuzeye çevrilmiş. Ağzı örten kapak taşının yerinden oynatıldığı ve iskeletin dışarı çekildiği anlaşılıyor. Döneminde soyulmuş olmalı. İskeletin başı, küpün ağzının kuzeybatısında. Ölü hediyesine rastlanmadı.

B açmasının kuzeybatısındaki 5x5m.lik ilk açmadaki mezarlar;

139 no'lu mezar; Küp mezar. Ağız çapı 44cm, genişlik 60, uzunluk 88 cm. Kahverengi hamurlu. İyi pişirilmemiş. Ağzı doğuya bakıyor. Kapak taşları yerinden oynatılmış. Döneminde soyulduğu anlaşılıyor. Ağız kenarının önüne, taban seviyesine siyah çakıl taşları bırakılmış. Kübün güney kenarına ve içine bir bronz kap parçalanarak bırakılmış. İskelete ait çok az kalıntı ele geçti.

140 no'lu mezar; Küp mezar. 96x68 cm. ölçüsünde. İyi pişirilmemiş. Rutubetten ötürü iskelet dağılmış. İskeltin korunan kalıntılarına göre hoker tarzda gömüldüğü anlaşılıyor. Yetişkin mezarı. Baş kısmı doğuya uzatılmış. Boyun kesiminde ele geçen kolyenin 5 akik pandantifi ve frit, deniz kabuğu ve bronz boncuk taneleri var. Baş hizasında iki damga mühür biçimli, siyah taş üzeri kısmen altın kaplama küpeler ele geçti. Diğer ölü hediyelerini bronz bir bilezikle, çift topuz başh,bükülmüş bir bronz iğne oluşturmaktadır. Mezarın başına küçük bir çömlek bırakılmış. Kaba hamurlu, kehverengi astarlı çömlek bir hayli ezilmiş.

141 no'lu mezar; Küp mezar. Yerinde çatlamış. Ağız çapı 66, genişlik 80, uzunluk 1.16cm. Kuzeydoğu-güneybatı aksında. Kahverengi hamurlu iri mezar kübünün omuzları, karşılıklı olarak yassı silindirik düğmelerle süslenmiş. Mezarın hem üzerine, hem de kübün ağzının önüne bir çift sığır başı ve ayakları bırakılmış (toplam dört). Kübün ağzındaki sığır başlarının bir bölümü, geçen yıl açığa çıkarılan M 103 ve M 104 no'lu çocuk mezar çömleklerinin altında kalmış. Toplu bir mezarlık olmalı. 141 no'lu mezarda, yetişkin bir bireye ait iskeletin başı kübün dibine (güneybatı), ayaklar ise kübün ağzına uzatılmış. İskeletin sol ayak kemiği (femur) yerinden oynatılmış. Tibia'mn yarısı kırık Diğer kemikler insitu. Hoker tarzda. Kalçanın hemen yanına, kübün ağız kenarına yakın bir yere, kurşun bir kap bırakılmış. Sol ayağın dize yakın bir kesiminin üzerinde bronz, bükülmüş konik başlı bir iğne bırakılmış. İskeletin sağ eli göğüs üzerinde ve serçe parmağına bronzdan küçük bir fincan iliştirilmiş. Göğsün tam ortasına bükülmüş bir bronz fincan bırakılmış. Sol el, bükülerek başın sağ yanına uzatılmış. Baş dik ve yüz yukarıya dönük. Sol omuzun hemen yanında bronz bir asa / topuz başı yer almış.

142 no'lu mezar; Çömlek mezar. Kuzeydoğu-güneybatı aksında. Çömleğin yüksekliği 33, genişliği 47 cm. Hamuru kötü pişmiş. Kahverengi astarı çok aşınmış. Ağzını örten siyak geniş, iri çanak siyak astarlı. Mezarın döneminde soyulduğu anlaşılıyor. Bir çocuğa ait kafatasının dışında başka bir kemiğe rastlanmadı. Başın yanında küçük bir bronz boyunlukla, taş halka biçimli kolye taneleri ele geçti.

143 no'lu mezar; Küp mezar. Doğu-batı aksında.. 96x58 cm. ölçüsünde. Kübün ağzı doğuya dönük. Kapak taşı yok. Kübün üzeri toprakla doldurulduktan sonra (yaklaşık 80cm) mezar yeri daire şeklinde bir taş çevrikle belli edilmiş. Bir yetişkine ait iskelet , rutubetten ötürü bir hayli hırpalanmış. Baş kısmı kübün dibine, ayaklar kübün ağzına uzatılmış. Hoker tarzda iskeletin kolları bükük ve eller baş hizasında. Yüz güneye çevrik. Kadın mezarı. Başın iki yanında düğme biçimli altın kaplama küpeler ele geçti. İskeletin boynunda 13 adet akik pandantifle düzenlenmiş, diğerleri frit, deniz kabuğu, uzonit ve deniz kabuklarından oluşan bir kolye bulundu. İskeletin göğüs kafesiyle sağ kolu arasına bükük bronz omfaİoslu çanak bırakılmış. Göğüs kafesi üzerinde ve başla sağ kürek kemiği arasında 3 adet bronz iğne ele geçti. İğnelerden biriinin küre başı yivli, diğer küre başlının iğnesi delikli, sonuncusu ise çift topuz başlı.

146 no'lu mezar; Küp mezar. 74 x 66 cm. ölçüsünde. Kahverengi hamurlu mezar kübü aynı renkte astarlı. Mezar döneminde soyularak kapak taşları doğu yönüne atılmış. Doğu-batı yönünde yer alan iskeletin bir kısmı mezar dışına saçılmış. Genç bir bireye ait bazı kemiklerde mezarın içinde ele geçti. Mezarın hem içine hem de dışına saçılan parçaların tümlenmesiyle iki ayrı kabın ölü hediyesi olarak bırakıldığı anlaşıldı. Bunlar dışında ölü hediyesine rastlanmadı. Mezar kaplarının ikisi de siyah astarlı, parlak perdahlı ve üzerlerinde geometrik nakışlar var. E.T.Çağının son evresinin karekteristik kapları. Kaplardan biri tümlenerek envanterlendi.

B açmasının kuzeybatısındaki ikinci 5x5m.Iik açmada yeralan mimarlık kalıtıları ve mezarlar;

Açmanın güneydoğu köşesine yakın bir alanda, 2m. x 1.30 cm. ölçüsünde oval bir fırın kalıntısına rastlandı. Fırının doğu ve güneydoğu bölümleri, sonradan açılan mezarlar nedeniyle kısmen tahrip olmuş. Tabanından çok az bir bölüm korunmuş. Tabanın altında, izolasyon için serilen kap parçalarının karekterleri (kaba hamurlu, bir kısmı çizi bezemeli , siyah ve kahverengi, boz astarlı kap parçaları) geçen yıl açığa çıkarılan mimarlık kalıntılarının erken evresiyle (bir başka deyişle Eski Tuncun ikinci yarısının üçüncü evresi) çağdaştır. Buna göre fırını bozan mezarlar Eski Tuncun son evresine aitler ve bu alandaki bir önceki safhanın mimarlık taşları kısmen bozularak son evrenin mezarlarında kapak veya örgü taşı olarak yeniden kullanılmışlardır. Oval fırının çevresinde açığa çıkarılan mezarlar, Eski Tunç Çağı ölü gömme adetleri ve mezar hediyeleri açısından yenilikler sunmuştur.

M 145 no'lu mezar; Küp mezar, Basit ağız kenarlı, kısa boyunlu, şişkin omuzlu, uzun gövdeli ve yuvarlatılmış dipli mezar kübü, krem7kırmızımsı-kahve astarlı ve perdahlı. İtinalı kübün omuzları içleri noktalı yassı silindirik düğmelerle süslenmiş. 105x63 cm. ölçüsündeki kübün ağzı doğuya bakıyor. Kübün dip kısmı, bir önceki evrenin fırınım kesmiş. Kübün ağzı kapatılmamış. Ağzın hemen önüne ve omuzun üzerine iki sığır başı bırakılmış. Kübün dip kısmının güneyine ve gövdenin güney kenarına iki p.t. kap bırakılmış (biri kahverengi, diğeri siyah astarlı). Genç bir bireye (kadın) ait iskeletin başı kübün dibine (batıya), ayakları kübün ağzına uzatılmış. Ayaklar hoker tarzda. Baş kısmen çökmüş ve ezik. Çene üzerinde bükülmüş bronz, çift topuz başlı bir iğne ele geçti. Diğer yuvarlak başlı iğne çenenin sağına bırakılmış. Kulaklardan düşmüş iki küpe, bronz üzerine altın kaplama. Damga mühür formlu küpelerin kaide kısmı geometrik bezemeli. Küpelerin sap kısmında delikleri ve kulağa geçen ince telleri kısmen korunmuş. Anadolu E.T.Çağı küpeleri içersinde yeni bir tip. Boyunda 15 adet akik pandantifi bulunan kolyenin diğer boncukları arasında kurs biçimli gümüş askılar, uzonit, bronz, frit ve deniz kabuğu taneler yeralmış. Kolye kaldırıldığında altta altın ve fayans tanelerden oluşan ikinci bir kolyenin yeraldığı görüldü, kolyenin iki yassı plaka şeklinde ve swastika biçimli altın süslemeleri Alacahöyük'ten sonra ilk kez görülüyor. İskeletin kolları dirsekten bükülerek yüz hizasında birleştirilmiş. Sağ omuz üzerine bükülerek bronz bir fincan bırakılmış. Karına doğru çekilmiş ayaklarda masif halhallar yeralmış. Mezar küpü onarılarak envanterlendi.

148 no'lu mezar; Küp mezar. Kuzeybatı-güneydoğu aksında. Ağız kuzey¬batıya dönük. 154 no'lu mezar küpü kırılarak, içersine yerleştirilmiş. Kahverengi mezar küpünün omuzunda karşılıklı olarak çift düğmeler yer almış. Bu tür süsler ikili olarak ilk kez görülmektedir. Küpün ağzı yassı levha biçimli taşlarla kapatıldıktan sonra üç parça kireçtaşıyla kapak desteklenmiştir. İskelet, kısmen korunmuştur. Hoker tarzda yatırılan iskeletin baş kısmı batıya, küpün ağzına uzatılmıştır. Yüz güneye çevrilmiş, kollar dirseklerden bükülmüş ve eller çene hizasında yeralmıştır. Baş kısmen ezik. Başın bir yanında insitu bronz küpe ele geçti. Damga mühür formlu, kısa sapı delik, kurs kaidesinde çentiklerle yapılmış süslemeler bulunan küpenin diğeri, ayakların yanında ele geçti. İskeletin boynundaki kolye insitu olarak korunmuş. (Kolye, akik, bronz, deniz kabuğu ve frit boncuklardan oluşmuş) bel kısmına yakın bir yerde bükük bronz kolye tanesi ele geçti. Bu kesimdeki kemikler ( omurilik, kaburgalar, kol kemikleri) kısmen karıştırılmış. Sağ kolun dirseğine yakın bir yede, p.t. kahverengi astarlı ve ip delikli tutamakları bulunan bir kapak bırakılmış.   Boyundaki kolye, bırakıldığı şekliyle (insitu) Müze'ye teslim edildi.

154 no'lu mezar; 148 no'lu mezar küpü ile iç içe vaziyette, iri küplerden. Kahverengi astarlı küpün omuzları silindirik düğmelerle süslü. Gövdenin altı kırık ve eksik. Kapak taşları sökülmüş. Güneydoğu-kuzeybatı aksında. Kübün hemen önüne ve ağız kenarının güneyine iki sığır başı, ön ayaklarla birlikte bırakılmış. Kübün güney kenarına bırakılan kahverengi astarlı çömlek tamir edilerek envanterlendi. İiskelete rastlanmadı. Kübün ağız kenarına yakın bir yere bırakılan bir baş, mezar iskeletine ait olmalı. Ayrıca, mezarın güneydoğusunda ele geçen kırık bir balta ile bir metal testi kulbu., bu mezara ait olmalı.

Aynı alanda yer alan ve açma kenarında yer aldığı için geçen yıl boşaltılan 102 no'lu mezar kübü, temizlenerek yerinde bırakıldı. 1.28 cm. uzunluğunda ve 86 cm. genişliğindeki mezar kübü, Resuloğlu'nun iri mezar küplerinden birini temsil etmektedir. Doüu-batı aksına yerleştirilen kübün omuzları silindirik düğmelerle süslenmiştir.

B açmasının kuzeybatısındaki açmada, üst seviyenin enkazında ele geçen sap delikli bir bronz balta, Orta Anadolu'nun kuzeyinde görülen bu tipe ait baltaların nadir temsilcilerindendir. Aynı alanda steatitten yapılmış bir taş balta parçasına da rastlanmıştır. Baltalar, günümüzde soyulan mezarlara ait ölü hediyeleridir.

B açmasının doğusunda, mezarlığın yerleşim yerine bakan kesimde yaptığımız temizlik çalışmalarında, geçen yıl tespit edilen soyulmuş bir küp mezarın (M 88) güneyine bakan kesimde, aynı mezara ait bir çömlek ele geçti. Temizlik esnasında, çömleğin içersine siyah astarlı bir maşrapa bırakıldığı tespit edilmiştir.

Resuloğlu Kazılarının 2006 yılı çalışmaları, Orta Anadolu'da Eski Tunç Çağı'nın yerli medeniyetinin ölü gömme adetleri ve mezar eşyaları hususundaki bilgilerimizi daha da arttırmıştır. Bu yıl açığa çıkarılan el değmemiş mezarlar, Eski Tunç Çağı'na ait bir çok mezar eşyasının, mezara bırakılış şekli ve kullanımı açısından önemli sonuçlar vermiştir. Şüphesiz bu sonuçların Müzelerimize çeşitli yollarla aynı bölgeden gelen benzer tipteki mezar eşyalarının tarihine, mezarlara bırakılış şekillerine ve kullanımları konusuna açıklık getireceği aşikardır. Bu yılki mezarlara bırakılan çeşitli altın, akik ve gümüş süs eşyası, Alaca Höyük'te bazı mezarlarda açığa çıkarılan paralellerinin kullanımı konusunda da bize ışık tutmaktadır. 2006 kazılarında ortaya çıkarılan süs eşyaları, madeni eserler ve pişmiş toprak kaplar, daha önceki yıllarda açığa çıkarılanlarla birlikte, Çorum Müzesi Eski Tunç Çağı seksiyonu için eşine az rastlanır bir kolleksiyon oluşturmaktadır.

B açmasının özellikle kuzeybatı ve kuzeydoğu kesiminde pithos mezarların devam ettiği ve seviye yükseldikçe sağlam mezarların sayısının artacağı anlaşılmaktadır. 2006 yılı çalışmaları, geçen yıl açığa çıkarılan ve mezarlık alanının kuzeydoğusunda yer alan mimarlık  kalıntılarının  tam tarihine açıklık getirmiştir.     Mimarlık  kalıntılarının  taban seviyesindeki seramiğine göre bu alanın Eski Tunç Çağı'mn ikinci yarısının başlarında iskan edildiği ancak daha sonra bu alanın terkedilerek, bir kesiminin Eski Tunç Çağı sonlarında ekstramural mezarlık alanı olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. Dönemin sonuna tarihlenen ve iki seviyeli olduğu anlaşılan mezarlığın esas sahiplerinin hemen doğu'da 75 m. uzaklıktaki höyükte yaşadıkları açıktır. Höyüğün eteklerinden toplanan yüzey malzemesi, mezarlık alanında kullanılanlarla tam çağdaştır. Resuloğlu'nda yerleşim yeri dışı mezarlık alanının genişlemesi, mezarların sayısının artması, önümüzdeki yıllarda daha kapsamlı bir çalışmayı gerektirmektedir. Mezarlık alanında sürdürülen sistemli kazılar, daha önceki yıllarda gerçekleştirilmiş kaçak kazıların önünü kesmiş ve çevre köylerde yaşayan sakinlerin bakış açısını da kısmen değiştirmiştir. Resuloğlu mezarlığının hemen yanıbaşında bulunan Eski Tunç Çağı höyüğünde gerçekleştirilecek sondajların, mezarlarla, mezar sahiplerinin yaşadıkları mekanlar arasında bir bağ kurulabileceğine, ayrıca halen eksikleri bulunan M.Ö.III.Bin Orta Anadolu kronolojisine önemli katkılar sağlayabileceğine inanmaktayız. Bilindiği gibi, Orta Anadolu'da halihazırda kazısı yapılan bir Eski Tunç Çağı mezarlığı ve hemen yanıbaşında bir yerleşim yeri bulunmamaktadır.

ESİK KURGANI(ISSIK KURGANI)ALTIN ELBİSELİ ADAM(Khan Uya)

           
 Esik
 Kurganı (Issık Kurganı) ve Altın Elbiseli Adam (Khan Uya), Kurgan 
Issyk

Esik Kurganı (Issık Kurganı) ve Altın Elbiseli Adam (Khan Uya) Kurgan Nedir? Kurgan, Orta Asya'da ki eski Türk mezarlarına verilen ad. Genelde devlet yöneticisi olanlar için yapılmışlardır. Kurganlar tahtalarla, bazen de taşlarla çevrili mezar odalarının üstüne bir metre ile yetmiş metre arasında toprak yığılmasıyla oluşturulur. Kurganlarda asıl mezar odası bazen dikdörtgen, bazen kare veya oval olabiliyordu. Cesedin bulunduğu yere bazen doğrudan ulaşılabiliyor bazen de bu oda altta yer alıyordu. Ceset odasının döşemesi ağaç kütükleri ve kalastan yapılıyordu. Cesetlerin başı doğuya çevrilmiş olur ve cesetler eşyaları ile birlikte kurganlara gömülürdü. Kurgan ın farklı bölgelerinde at cesetlerine de rastlanmıştır.Bugüne değin bulunan en önemli kurgan Kazakistan'da ki Esik kurganı'dır:[1] Esik Kurganı Esik (Issık, Issyk) Kurganı, İskitlere ait olduğu düşünülen bir kurgan. Önemli kaynaklarda İskitlere ait olduğu iddiası kabul görür. M.Ö. 5. yüzyıl'dan kalma olduğu sanılır. Kazakistan'da [2] Kazak arkeolog Prof. Kemal Akişef[oğlu] tarafından gün ışığına çıkarılmıştır.[3]
2 milyon nüfusuyla Kazakistan'ın en büyük kenti konumundaki Almatı'nın yaklaşık 50 kilometre doğusunda yer alan Esik (Issık) bölgesinde [4] 1969–1970 yıllarında, Kazak Bilimler Akademisi'nin, Tarih, Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü'nün Arkeoloji bölüm başkanı Kemal Akişoğlu'nun yönetiminde kazılan, Alma Ata şehrinin 50 Km. yakınındaki, şimdiki Issık Kasabası'nda bulunan Esik Kurganı bir tesadüf sonucu ortaya çıkarılmıştır.[5] 1970 yılında yol yapımı için başlatılan kazılar sırasında iş makineleri büyük bir taş kütlesine rastladı. Bu engeli ortadan kaldırmak için harekete geçen işçiler, bir müddet sonra bunun sıradan bir taş kütlesi ya da kaya parçası olmadığını anladılar. Ardından, resmî makamlara haber verildi ve inceleme için bölgeye bir arkeolog heyeti gönderildi. Heyetin başkanı Kemal Akişev, kazıları bizzat yönetti. Yapılan çalışmalar sonucunda büyük bir kurgan (mezarlık) ortaya çıkarıldı ve bu kurgan içinden insanlık tarihine ışık tutacak nitelikte çok sayıda eşya gün ışığına çıktı.[6]
Höyüğü açan arkeologlar muhteşem bir mezarla karşılaştılar. Bu, bir lâhit değil, Mısır piramitlerindeki firavun odasını andıran, her tarafı kapalı, süslü kayalarla yapılmış bir oda idi. Bu odayı itina ile açtılar ve asıl şaşkınlık o zaman oldu. Çünkü, bu ölü odasının içi pırıl pırıl altın eşya ile doluydu. Altın olmayan eşyalar da çoktu.[6]

 Esik Kurganı Mısır Firavunu Tutankamon'un mezarından sonra dünyada en çok altın  bulunan mezardır.
Bekin Nur Muhammedov (tarihçi, 61 yaşında), “Ben bir Nayman'ım (Bir Moğol  kabilesi). Doğdum büyüdüm buralarda yaşarım.” diyor. “Az ileride bir fabrika var. 1969 yılında fabrikanın inşaatı devam ederken mezar ortaya çıkmış. Tarihçi olduğum için gelip bakmamı istediler. Ben oraya vardım ve mezarı ellerimle aralamaya başladım. Mezarların üzerindeki ağaçlar ateş görmüş gibi yanmadan kül haline dönüyordu. Altın Elbiseli Adam çıktığında parıltısından ve ışığından gözlerimiz kamaştı, bir süre bakamadık ona. Altın Elbiseli Adam'ın yanında, üzerinde yazılar olan bir de tas vardı. Elindeki yüzüğü ben taktım.”  [5]
Esik Kurganı'nın yapısı için şunlar söylenebilir: 7 metre derinliğindeki mezar odasının üzeri toprak-taş yığınıyla kapatılmıştı. Bu oda, diğer Hun kurganlarında olduğu gibi inşa edilmiştir. Kalın çam kütüklerinden yapılmış mezar odasının ölçüleri 32 metre ebadındadır. Odanın derinliği ise 1.20 metredir. Ancak, çam kütüklerinin içeriden yontularak düzleştirildiğini görüyoruz. Araştırmacıların açıklamalarına göre mezar odasının ahşap strüktürü dışında hazırlanmış ve sonra kazılan çukura indirilmiştir. Zeminden kurganın tepesine kadar olan yükseklik 9 metreyi, kurganın üzerindeki suni tepenin çapı ise 60 metreyi bulmaktadır.[5]
Yapılan çeşitli araştırmalar, eserlerin bozkır kültürüne mensup Türk veya en azından Türklerle akraba (ya da Türkleşmiş) bir kavim tarafından yapıldığına işaret ediyor. Yazının Göktürk kitabelerinin alfabesine benzerliği ve eserlerin mitolojik, ikonografik özelliklerinin Hun sanatına çok uygun oluşu nedeniyle, özellikle Türkiyeli Türk araştırmacılar bunları Hun eseri olarak nitelendirmişlerdir.[5]

 

  Kurgan'dan Çıkan Eşyalar Açılan mezarın içinden dört bine yakın altın eşya çıkarılmıştır.6 Mezarda ele geçen çeşitli eşyalar arasında seramik kaplar, ahşap tabaklar, 2 gümüş kupa ve yazının üzerinde yer aldığı bir gümüş çanak ile başka birçok obje vardır.7 18 yaşında olması gereken genç bir prense ait cesedin üzerindeki altın zırh başlı başına bir sanat eseridir.[5]
Üç binden fazla madenî eşya, çeşitli küp, tabak ve çanaklar bu kazılar sonucunda  ortaya çıkarılmıştır. Literatüre "altın elbiseli adam" olarak geçen ve 16 yaşlarında öldüğü tahmin edilen bir erkeğe ait cesedin kalıntısı ise, bu kazılarda ortaya çıkarılan en önemli unsur konumundadır.[4]
Realistik süsleme sanatı bu kurganda da bulunmuştur. Eyer örtüleri, tahta eyerler ve silahlar da bulunmuştur. Mezarın içerisinde bulunan yiyecek kalıntıları ve bu yazıt topluluğun cenaze törenlerini ve ölümden sonra ki hayata olan inançlarını göstermektedir.[2]

 Altın Elbiseli Adam (Khan Uya, Issyk Warrior, Golden Cataphract 
Warrior)


Khan Uya

Altın Elbiseli Adam (Khan Uya, Issyk Warrior, Golden Cataphract Warrior) Altın Elbiseli Adam Kazakistan'da Esik Kurganı'nda bulunmuştur. İskitlerin eski çağdaki yaşayışları hakkında fikir edinilebilir. Esik Kurganı Kazakistan'ın önemli bir hazinesi olma konumundadır. Bu kurgan Sovyetler döneminde keşfedilmiştir. Altın Muharip'in çıkarıldığı yerde çıkarılan İskit (saka) yazıtların da bu kişinin 18 yaşlarında bir prens olduğu yazılmaktadır.[2]
Altın Elbiseli Adamın üzerinde bir kaftan, çizme ve başlık bulunmaktaydı ve bunların hepsi de altınla kaplanmıştı. Kılıcı da yine altından yapılmıştı. Başlığının üzerinde ise kuş tüyleri ile tuğlar bulunmakta ve tepesinde ise küçük bir keçi kabartması yer almaktaydı. Yine başlığının yanı sıra elbisesinde ve kemerinde de at, koyun, pars gibi hayvanların kabartmaları görülmekteydi. Altın Elbiseli Adama ait olduğu tahmin edilen altın küpe ve yüzükler, ok, kama ile kamçı da kurgandan çıkarılanlar arasında bulunmaktaydı.[4]
18 yaşında olması gereken genç bir prense ait cesedin üzerindeki altın zırhın başlı başına bir sanat eseri olduğunu söylemiştik. Bu elbise tamamen saf altından yapılmış ve mükemmel bir işçilikle yapılmıştır. Bu elbisenin özellikleri şöyledir: Cesedin başında üzerinde altından yapılmış tasvirlerin aplike olarak yer aldığı külah şeklinde bir başlık bulunmaktadır. Başlığın tepesinde de bir hayvan heykelciği yer alır. Ayrıca ok uçları, altın yapraklar, dağ kıvrımları üzerinde dünya ağacında kuşlar, aslan, dağ keçisi gibi mitolojik ve sembolik açıdan önemli olan hayvan tasvirleri vardır. Başlığın önünde boynuzlu- kanatlı atlar simetrik olarak yer almaktadır. [5]


Zırh gömlek, eşkenar dörtgenler şeklinde birleşen parçalardan oluşur. Eşkenar dörtgenlerin bir tarafında üçgenimsi yaprak şekilleri vardır. Kolların üst kesimlerinde ve yenlerinde aslan başları bulunmaktadır. Yaka çevresinden aşağıya inen ve etekte de devam eden şerit de aslan başlarından oluşmaktadır. Deri kemer üzerinde altın aplike kemer plakalarında hayvan tasvirleri bulunmaktadır. Kemer levhalarında dizleri büyük, boynuzları arkaya doğru uzanan geyik tasvirleri, üsluplaşmış aslan başları bulunmaktadır. Cesedin giydiği pantolonu ve çizmesinin yukarı taraflarıyla dizleri de altından süslüdür.
Prensin sol tarafında kını altınla kaplı hançeri bulunmaktadır. Sağ tarafında da kemerine altınla bağlanmış iki tarafı keskin bir kılıcı bulunmaktadır. Onun ayrıca yine altın kaplı bir kamçısı da ele geçirilmiştir. Hançerin kabzasında ve kınında da hayvan tasvirleri yer alır. Aynı husus kılıç için de geçerlidir. [5]

 Issık
Kurganda üç binden fazla altın eşya, seramik küpler, tahta tabaklar, iki gümüş çanak bulunmuştur. Gümüş çanak içinde Kharosthi alfabesinin örnekleri görülmektedir. [2]
Bu yazı, Orta Asya tarihi ve medeniyetine ışık tutan, yeni boyutlar  kazandıran bir belgedir.
Kurgandan çıkarılan bir de belli bir kısmı kırılmış gümüş bir kadeh vardı ki, bu kadeh diğer her şeyden daha fazla önem arz ediyordu. Kadehin üzerinde Göktürk harflerine benzeyen 24 [Wikipedia kaynaklarında 26] harften oluşan bir metin yazılmıştı. [4] Bu yazı, Orta Asya tarihi ve medeniyetine ışık tutan, yeni boyutlar kazandıran bir belgedir. [2] Kazak Tarihçi Prof. Dr. Olcas Süleymanof'un  [1] okuduğu  yazının anlamı şudur: "Bu tekne üzümden yapılan şarapları taşımalı, pişmiş yemekler eklendi, çok fazla, ölümlü için, pişmiş taze yağ da üzerine eklendi"."Tiğin 23'ünde oldu, Esik halkının başı sağ olsun" [2]  Bazı araştırmacılar bu yazıyı "Khan Uya üç otuzı (da) yok  boltı. Utugsi tozıltı." yani "Tigin, 23'ünde öldü. Esik halkının başı sağ  olsun." şeklinde okudular. Dolayısıyla, yazının Türkçe olduğunu ve kurganın  da Türklere ait olduğunu savunmuşlardı.

 Her ne kadar bahsi geçen yazının Türkçe olup olmadığı konusunda kesin karara varılmamışsa da, Türkçe olması durumunda Türk yazı dilinin, ya da diğer bir deyişle Göktürkçenin geçmişinin miladın öncesine kadar dayanacağı muhakkaktır.

 Ayrıca, başlığın tepesinde konumlandırılmış keçi kabartması da kurganın Göktürklerle ilgili olabileceği ihtimâlini akla getirmektedir. Zira, Göktürk hanedanlığının arması keçidir ve her hanedan üyesinin mezarının üzerinde keçi arması yer almaktadır.[4]
Hatice Şirin'e göre ise, Göktürk yazı sistemi şimdilik bilinmeyen bir tarihte Türkler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Türk damgalarının ve ideogramlarının gelebileceği en ince ve ekonomik noktayı gösteren Göktürk yazılı ilk metin örneği, M.Ö. IV.- V. yüzyıllara ait olduğu tespit edilen Esik Kurganı'ndan çıkarılan gümüş bir çanağın içine kazılmıştır; ancak bu yazının bilim ölçütlerine uyan bir okuma denemesi henüz yapılamadığından, 687- 692 yıllarına tarihlendirilen Çayr kitabesi, Göktürk yazılı en eski metin olarak kabul edilmiştir.[5]

 Kurganda, tüm bu sayılanların hâricinde binlerce altın ya da altın olmayan irili ufaklı obje de yer almaktadır. Tüm bunlar M.Ö. 5. yüzyılda varlığını sürdürmüş, gelişmiş bir medeniyetin kurulu olduğunun ispatıdır. Bazı tarihçi ve araştırmacılara göre bu medeniyeti oluşturanlar ve kurganın sahipleri, Türk olarak kabul edilen Sakalardır.

 Aynı bölgede kazılar hâlen devam etmektedir. Tüm bu kazıların sonucunda pek çok mezara daha rastlanılmıştır. Her ne kadar bir kısmının içi hırsızlık sonucunda boşaltılmışsa da, günün birinde çok daha önemli ve tarihe ışık tutacak nitelikte unsurlar çıkabilme ihtimâli yüksektir.
Esik dolaylarında kazılar devam etmektedir. Daha büyük ve başka mezarlar da bulunmuştur. Fakat bunların soyulduğu, değerli eşyaların çalındığı, mezarların bomboş bırakıldığı görülmüştür. Bununla beraber taş lahitler, yontmalar, çeşitli buluntular, aydınlatıcı belge niteliğindedir.

 Esik höyüğünde bulunan altın elbise ve diğer eşyalar halen Alma-Ata  müzesindedir.

DOĞU ANADOLU BÖLGESİNDEKİ KURGANLAR

Kurgan terimi bizlere yabancı gelmese de ne olduğunu tam olarak çoğumuz bilmeyiz. Aslında mezar yapıları olan Kurganlar, toprak zemine açılan bir çukur içine taş örgü duvarlarla çevrilen odalar ya da sal taşı plakalarla oluşturulan sandık türü mezarlardır. Üzerlerine taş yığılır ve toprakla örtülür. Yükseklikleri 1 metreden başlayarak 70 metreye kadar varabilir. İçlerinde ölü hediyeleri de bulununan bu yapılar batıda Balkanlar'dan itibaren Anadolu'nun ortalarına kadar süre gelen İÖ 1. bin yerleşik kültürlerinin tümülüs olarak adlandırılan mezar yapılarının Asyalı öncüleridir. İÖ 3-2 binlere kadar inen Asya Kurganları'nın en önemli özelliği yerleşik düzenden uzak, yayla hayatı yaşayan ekonomileri hayvancılığa dayalı toplulukların mezar anıtları olmasından kaynaklanmaktadır. Asya'da özellikle Transkafkasya olarak adlandırılan coğrafi bölgedeki Gürcistan ve Ermenistan'da yoğunluk kazanmışlardır. Gürcistan'da Trialeti, Mesheti kurganları ile Ermenistan'da Derin Naver, Metsamor, Keti ve Lçaşen'deki kurganların sayıları yüzleri bulmaktadır.
Göçebe toplumlar sürekli hareket içinde olduklarından kalıcı izler bırakmamışlardır. Onların varlıklarının en önemli izleri hayatını kaybeden üyeleri için düzenledikleri kurganlar ve içlerindeki ölü hediyeleridir. Bu nedenle Kurganlar ve buluntuları tarihçiler için oldukça önem taşır.
Ülkemizde özellikle Transkafkasya bölgesine yakın yerlerde yaşadığı sanılan göçebe kültürlerin izlerini taşıyan kurganların olabileceği düşünülmesine karşın kesin olarak saptanamamıştı.
 Uçsuz bucaksız çayırlarıyla yaylalar bölgesi olarak bilinen Doğu Anadolu'da 1995 yılından itibaren aralıksız olarak çalışmalarını sürdüren Özfırat'ın Muş, Bulanık, Malazgirt, Ahlat, Adilcevaz ve Van ili ve çevresinde yaptığı araştırmalar sonucunda; Transkafkasya kültürlerinde iyi tanınan kurgan türündeki gömü geleneğinin ülkemiz sınırları içinde de temsil edildiği saptandı. Çalışmalar sırasında Doğu Anadolu kurganlarının, 1-40 metreler arasında değişen yükseklikte taş yığılarak inşa edildiği anlaşıldı. Aynur Özfırat, Suluçem, Sütey, Sinek yaylalarında çapı 5-6 metreden başlayan 60 metreye kadar varan birçok Kurgan tespit etmiş. Kurganlar üzerinde ele geçen seramik parçaları ve birkaç yıl önce köylülerce kaçak kazısı yapılarak ortaya çıkarılan kırmızı astar boya üzerine siyah boyalı bir çömlekten (halen Erzurum Müzesi'nde sergileniyor) yola çıkarak yaptığı tarihlemeye göre Kurganların yapımı İÖ 3. bin sonu ve İÖ 2. binin ilk yarısına rastlıyor.
Dr. Özfırat Anadolu kurgan kültürünün batıda Erzurum ve Muş, güneyde Urmiye, doğuda Hazar Gölü kıyılarına kadar uzandığını, boyalı çanak çömlek dışında oldukça özenli madeni silahlara sahip olduklarını ve kadınları için takılar ve boncuklar imal etmiş olduklarını da belirtiyor. Önümüzdeki yıllarda yapılacak çalışmalar ve buluntuların incelenmesi sonucunda Doğu Anadolu'nun Urartu öncesi göçebe kültürleri hakkında daha fazla bilgiye sahip olacağız.
Bu değerlendirmelerin sonuçlarını bilim dünyası heyecanla beklemekte...
Arkeolojik kazıların amacı
Binlerce yıl boyunca sayısız uygarlığın gelip yeşerdiği ve önemli bir coğrafya üzerinde bulunan ülkemizde hemen her bölgede tarihi bir kalıntıya rastlamak bizlere çok normal geliyor. Şaşırtıcı olan, geçmişte insanların bu akıl almaz yapı ve eserleri nasıl yarattığı. Bir çoğumuz bu eserlerin toprak altında kalmasına razı olamıyor. Gördükleri kalıntılar için, "hemen kazılara başlanmalı ve her şey ilk günkü gibi ayağa dikilmeli" diye düşünenler çoğunlukta.
Bunları soranların, büyük bölümünün üniversite mezunu hatta değişik mesleklerde kariyer yapmış, kişiler olduklarını görmek mesleğe yeni başlamış olanların dışındaki arkeologları pek şaşırtmıyor. Bizler elimizden geldiğince soruları cevaplandırmaya çalıp, arkeolojinin hiç de kolay bir bilim dalı olmadığını, yalnızca kazma kürekle girişilen ve sadece mimari yapılar ile eserlerin ortaya çıkarıldığı dönemlerin gerilerde kaldığını, ayrıca da kazı işinin definecilik olmadığını ve yasal zorunluluklarını anlatmaya çalışıyoruz. Ülkemizde yaklaşık otuz bin höyük, ören yeri, antik yerleşim, SİT Alanı, tümülüs, mezar anıtının yanında su altında da batık kentlerin ve yüzlerce gemi batığının da bulunduğunu, bu sayının pek az kişi tarafından bilindiğini il,ve edip, bu kadar çok ören yerinin aynı anda kazılabilmesi için dünyanın tüm arkeologlarının dahi yeterli olmayacağını belirtiyor ve eğer daha da bilgi sahibi olmak isterlerse, aşağıda sizlere de aktardığımız şekilde kazıları anlatıyoruz.
Bilimsel bir kazı, ağır sorumluluk isteyen çeşitli disiplinlerin ortak çalışmasıyla bir sonuca varma işidir. Bu bilimin amacı müzeleri güzel eserlerle doldurmak ya da turistlerin ilgisini çekecek görkemli kentler ortaya çıkarmak değil, geçmiş uygarlıkların sorunları üzerine eğilerek insanoğlunun tarihini daha iyi öğrenmeye çalışmaktır. Çağdaş arkeoloji, konuya evrensel yaklaşır. Verilerin saptanması, değerlendirilmesi ve sonuçta olayların yorumlanması esastır. Bu nedenle kazının çok dikkatli yapılması çıkan her ayrıntının bilgiye dönüştürülmesi gerekmektedir. Kazılar işte bu yüzden ağır yürümektedir.Üstelik kazma, kürek yerine aletler daha da küçülmüştür. Artık mala, fırça, elek, süpürge, değişik spatüller, ince uçlu madeni aletler, hava pompaları, dişçi aletleri ile nivo, teodolit, şerit metreler, jalonları ve yeni gelişen elektronik cihazlar (GPS gibi), bilgisayarlar ve jeofizik yöntemler kazılarda kullanılmaktadır. Bu aletlerin hepsini arkeologlar mı kullanıyor diye sorulabilir. Evet, büyük kısmını arkeologlar kullanır. Teknik aletler için, mimar, mühendis, jeolog, jeofizikçiler ve teknisyenler görev alır.
Öyleyse bir kazıda yalnızca arkeologlar çalışmıyor diye düşünülebilir. Kazı arkeoloğu, mimarı, restoratörü, konservatörü, çizimcisi, fotoğrafçısı, birçok diğer disipliniyle ve işçileriyle bir ekip işidir. Son yıllarda oldukça ilginç mesleklerden uzmanlar da kazılarda görev almaya başlamışlardır.
Örneğin, böcekler ve mikroskobik canlılar üzerinde çalışan bir bilim adamının kazıdaki amacı, jeofizikçilerin yardımıyla açılan sondajlardan alınan topraktaki böcek ve mikroskobik yaratıkları inceleyerek o kentte yaşanıldığı dönemlerde insanların ve evcil hayvanların bu yaratıklardan ne şekilde etkilendiğini anlamaya çalışmaktır. Yine polen analizlerinin yanında bölgenin florasını (bitki örtüsünü) inceleyen arkeobotanistler ve faunasını (hayvanlarını) araştıran arkeozoologlar ile bölgenin yaşanıldığı dönemlerdeki tarımsal faaliyetlerini inceleyen ziraat mühendisleri de kazıda çalışabilirler. Bütün bu detaylı çalışmalar özellikle 1960'lardan sonra başlayan modern arkeolojinin benimsediği yöntemleri oluşturur.
Modern arkeoloji, artık eser çıkarmak yerine bir sistem olarak orada yaşanmış kültürü, tarihi, ticari, sosyal, teknolojik, ideolojik, demografik, etnografik yönleriyle inceleyerek ortaya çıkarmak olduğundan, çok detay ve ağır işçilik demektir

Tarih Boyunca Kullanılan Alfabeler











YERALTI HAZİNELERİ

Ahit Sandığı
Eski İsrailliler için Ahit Sandığı dünyadaki en kutsal şeydi. İncil’e  göre Yahudiler’in ana objesi olan bu oymalı sandık, Tanrı tarafından  yaratılmıştı. 112 santimetre uzunluğunda, 66 santimetre genişliğinde ve  66 santimetre yüksekliğindeki bu sandık artistik, altın bir kenar süsü  ile tasarlanmış. Sandık, aralarında 10 Emir’in yer aldığı iki taşın da  olduğu kutsal emanetleri saklamak göreviyle kullanılırdı. Tarihsel ve  dinsel bir hazine olan bu parçanın değeri paha biçilemiyor.
Milattan Önce 607 yılında, İsrail Krallığı’nın başkenti Judah  (Yahuda), Babilliler tarafından kuşatılıp fethedilmişti. Bir milyondan  fazla insanın öldürüldüğü bu katliamda Ahit Sandığı kaybolmuş, bir daha  da bulanamamıştır.

Amber Odası
Görenlerin dünyanın sekizinci harikası olarak tanımladıkları Amber  Odası, kesinlikle dünyanın en eşsiz hazinelerinden biri. Prusya kralı  Birinci Friedrich için yapılıp Rus çarı Birinci Petro’ya 1716 yılında  verildi.
Adolf Hitler. Nazi silahlarını Rusya’ya doğrultuğunda, Amber Odası  sahipleri endişelenip Amber Odası’nı saklamak için amberi taşımaya  çalıştılar. 1941’de çatlayan amberi duvar kağıdıyla saklarlarken  Naziler’e yakalanınca, Nazi askerleri odaya el koyup Königsberg  Kalesi’ne taşıdılar. 1945 Nisan ayında, Königsberg kuşatıldığında Amber  Odası kaybolmuştu. Şehir dışında bir yeraltı sığınağına mı saklanmıştı  yoksa Sovyetler yanlışlıkla kendi odalarını bombalayarak yok mu  etmiştilerdi? Herhalde bunu asla bilemeyeceğiz.

Karasakal’ın Hazinesi
Tarihteki en ünlü korsan Karasakal sadece 1716 ve 1718 yılları  arasında açık denizleri yağmalayarak büyük bir zenginliğe kavuştu.  İspanyollar’ın Meksika ve Güney Amerika’dan yağmaladıklarını Karasakal  ve arkadaşları İspanyollar’dan çaldı.
Saçtığı korku tüm Batı Hint Adaları’nı ve Kuzey Amerika’nın Atlantik  kıyısını sarmıştı. 1718’in ekiminde İngiliz teğmen Robert Maynard  Karasakal’ı yakalayıp öldürdükten sonra adeta bir güç gösterisi şeklinde  kafasını gemi direğine astırdı. Karasakal’ın batmış gemisi ‘Kraliçe  Anne’nin İntikamı’nın 1996’da Beaufort, North Carolina yakınlarında  bulunduğuna inanılıyor fakat ganimet bulanamamış. Ganimetin olabileceği  düşünelen yerler Karayip Adaları, Virginia’nın Chesapeake Koyu ve Cayman  Adaları’ndaki mağaralar.

Lima’nın Hazineleri
1820’de Lima, Peru’daki genel vali yaklaşan isyanı fark edince şehrin  servetini Meksika’ya göndermeye karar verir. Hazine mücevher, şamdan ve  insan boyutunun iki katı büyüklüğündeki bebek İsa’yı tutan Meryem’in  heykelini de içeriyordu. Hazine 11 gemiye sığdı ve toplam değeri 60  milyon dolardı. Hazineyi Meksika’ya götürecek kaptan Thompson aslında  bir korsandır ve gemideki korumaların boğazlarını keserek hazineyi Cocos  Adaları’na gömer. Thompson ve diğer korsanlar yakalandıktan sonra  kurtulabilmek için İspanyollar’a onları hazineye götüreceklerine söz  verirler. Onları Cocos Adaları’na götürdükten sonra kaçmayı başaran  Thompson, arkadaşı ve hazine bir daha asla görülmezler.

Firavun’un kaybolan hazineleri
Mısır’daki Krallar Vadisi’ndeki Tutankhamen’in mezarını 1922’de  keşfeden Howard Carter, genç kralın mezarında bulduğu sanat eserlerinden  büyülenmişti. Mezarın bulunduğu odadaki mücevherleri ve diğer sanat  eserlerini Carter’ın gruplaması tam on yılını aldı.
Ama 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru daha ünlü firavunların  mezarlarının bulunduğu odalar incelendiğinde boş oldukları görüldü.
Bazı araştırmacılara göre 20’inci yüzyılın sonlarına doğru ve 21’inci  yüzyılın başlarındaki Mısır hanedanları zamanında rahipler Krallar  Vadisi’ndekilerin tekrardan gömülmesini istedi. Ramses XI zamanında  yüksek mahkeme memuru olan Herihor, Ramses’in ölümüyle tahtı ele  geçirdi. Krallar Vadisi’ndekilerin gömülmesini üstlenip büyük bir  kısmını kendisine ayırdı. Mezarı bulunamadı ve çoğu araştırmacı Mısır  firavunlarının kaybolan hazinelerin çoğunun o mezarda olduğunu  düşünüyor.

Montezuma’nın Hazinesi
İspanyollar’ın Meksika’daki Aztek İmparatorluğu’nun büyük bir  çoğunluğunu yok edişi 1 Haziran 1520’de sona erer. İmparator  Montezuma’yı ölümcül bir şekilde yaraladıktan sonra Hernando Cortés ve  adamları başa geçer. Cortés, sinirli Aztekler’den kurtulmak adına  adamlarına hazinelerin büyük bir kısımını toplattırıp gece kaçma planı  yapar. Aztekler’in hücumuna uğrayan İspanyollar’ın öldürdükleri ve  Montezuma’nın çalınan hazineleri Tezcuco Nehri’ni boylar.
Cortés ve adamları öç almak için bir yıl sonra dönerler. Tenochtitlán  sakinleri hazinenin kalanı İspanyollar’a kalmasın diye hazineyi Tezcuco  Nehri’nin içine ve etrafına gömerler. O gün bu gündür bulunamayan  hazineyi, bir önceki Meksika başkanı nehri kurutarak bulmaya çalıştı ama  gene de başarılı

Münih'te basılmış Osmanlı Paraları!

III.Mustafa, I.Abdülhamid ve III.Selim döneminde, Osmanlı altın ve gümüş paralarının sahteleri Münih darphanesinde de basılmıştır. Uluslararası ilişkiler açısından çok sorun yaratmaya müsait olmakla birlikte, benzer sahtelerin İtalya'da Modena ve Parma'da, Rusya'da St.Petersburg'ta ve Almanya'da Durlach'ta da basıldığıda bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yapılan düşük ayarlı veya değişik metal yapılan sahte paralardan farklı olarak yukarıda adı geçen darphanelerde basılan kopya paralar genelde orjinal Osmanlı paralarıyla aynı ağırlıkta ve eşdeğer kalitede metalden yapılmışlardı.
Her durumda bu korsan baskılar, Osmanlı İmparatorluğu böyle bir izin vermediği için sahte para olarak kabul edilmelidir. Bu paralar hükümran bir ülkenin paranın metal değeri ile nominal değeri arasındaki farktan elde ettiği geliri çalmaktadır.
Bu paraları bastıranlar, Avrupa pazarına gelen Güney Amerika gümüşlerini çok uygun fiyattan alarak fazladan kazanç sağlamışlardır. Alman belgelerine göre, asıllarına uygun kalitede metalden (altın veya gümüş) yapıldıkları için bu kopya paralarla yapılan ticari işlemler bir sorun çıkmadan devam edebilmiş.
Bugüne kadar Münih'te Osmanlı parası basıldığına dair tek kanıt Münih Eyalet Para Koleksiyonu ve Karlsruhe Eyalet Arşivlerinde bulunan iki sayfadır. Bu sayfalar para kalıplarından kağıda aktarılmış karalamalardır (1) (levha 1-2).


Bu resimlerde görülen kalıpların gerçekten baskıda kullanılıp kullanılmadığı bilinmemektedir. Çok daha fazla sayıda kalıp olduğu tahmin edilmektedir.


Gebrueder Laugtmayer'in 29/6/1793 tarihinde Münih'te yapıtığı bir açıklamaya göre Türk Kuruşları, bir Hollanda Yahudileri birliği için bastırılmış, 6 ila 14 kadar kalıp mevcut olduğu tahmin edilmektedir. Bu kalıplardan hiç biri günümüze ulaşmamıştır.

Bavyera Darphane şefi J. Scheufel v. Ahamstein tarafından arkadaşı Durlach (Karlsruhe) darphane şefine gönderilen 05/6/1793 (AH 1207) tarihli mektupta, 05/3/1778 (AH 1192) tarihi itibarı ile 490.000 adet Türk Kuruş'unun basıldığı belirtilmekte ancak toplam değerinin ne olduğundan bahsedilmemektedir.

Darphane kayıtlarından, bu 490.000 adet paranın 40.000 adedinin darphaneye iade edilip eritildiğini kalan 450.000 adedinin ise piyasada kullanıldığı anlamaktayız. Türk kuruşlarının basıldığı kesin olmakla birlikte toplam değerinin ne olduğu spekülasyona açık bir konudur. Bu paralarda 1, 2a, 2b, 2c ve 3 numaraları kalıpların kullanıldığı sanılmaktadır.

1 ve 2 numaralı kalıplar III.Mustafa'nın tahta çıkışı olan 1171 tarihini taşımaktalarsa da III.Mustafa'nın ölümünden sonra (AH 1192 - AD 1778) kullanılmışlardır. 1187'de tahta çıkan I.Abdülhamid eski padişahın paralarını toplattırmadığından bu mümkün olabilmiştir. Bu tarihten önce de aynı kalıplarla baskı yapılmış olabilir.

Hem Gebrueder Laugtmayer'in 29/6/1793 (AH 1207) tarihli açıklamasından hemde J. Scheufel'in 05/6/1793 tarihli mektubun anladığımıza göre Levha-2'de bulunan 4 ve 5 numaralı karalamalar(1) 1793'ten çok önce 1778'de de kullanıldıkları anlaşılmaktadır.



1793'de (AH 1207) mektubu yazan J. Scheufel, Münih'te ki hükümet belgelerine göre bu tarihte çoktan resmi görevinden ayrılmıştı. Kendiside mektubunda söz konusu para baskısı işinde görev alan kişilerin uzun süre önce öldüklerini belirtmektedir.


İkinci bir baskı yapıldığına dair de elimizde hiç bir kanıt yoktur. Levha-2'de bulunan 6,7, ve 8 numaralı karalamalar(1) altın paralara aittir. Bu paralar hakkında da hiç bir şey bilmemekteyiz.

Bavyera Eyalet Arşivi'nde sahte para basımının yönetimin bilgisi dahilinde yapıldığını gösterir bir belgeyede rastlanmamış. Bu konuyla ilgili olabilecek bütün belgeler 1806 yılında imha edilmiş. Konunun hassasiyeti J.Scheufel'in mektubunda açıkca belirtilmiş ve mektubun gizli tutulmasını istemiş.

Münih baskılı sahte paralarla ilgili pek çok soru hala cevaplandırılmayı beklemektedir. Bugüne kadar bu paralardan hiç biri ele geçmemiştir. Umarız bir gün koleksiyonerlerin eline geçerde bizimde haberimiz olur.